9 Temmuz 2014 Çarşamba

ÖLMEZ AĞACIN İNSANLARI İÇİNDİ HERŞEY...



İzmir'den Çanakkale'ye uzanan yol üzerinde Ayvalığa yaklaştığınızda zeytin ağaçlarının oluşturduğu bir denizin içinde bulursunuz kendinizi. Her yer uçsuz bucaksız zeytindir.

Yaz mevsimi eğlencelidir bu yol. Bir yanda denizin mavisi bir yanda  zeytin ormanlarının  yeşili...iki rengin dansını izlersiniz. İnsanın içini mutluluk kaplar. Çoğunun aklına, bu yollardan geçerken küçük de olsa bir zeytinlik sahibi olmak hayali takılır.

Yaz iyidir de kış geldi mi romantizm yerini acımasız gerçekliğe bırakır. Yol boyunca ardı ardına dizilmiş traktörlerin römorklarında zeytini adam eden işçileri görürsünüz.Sabah ayazında yanlarından geçerken  gözünüzün içine baktıklarında o iki rengin dansının bir bedeli olduğunun farkına varırsınız.


-2 derecedir hava, buz keser , üzeri açık bir römorkta insanlar zeytine  gitmektedirler.Sahibi oldukları bahçelere değil, günlüğü 30-35 liraya ırgatlık için yola çıkmışlardır. Çoluk çocuk, sıkış tepiş traktörün ardında yollara dökülürler. Kucağında sarıp sarmaladığı  bebesini taşıyan anneler için hasat vaktidir.

Bu yollarda gelip giderken bir bıçak hep dağladı beni kanattı o gözlere baktığımda.Fotoğrafta böyledir, keskin bir bıçağın teninize değdiği andır ,gelip geçen zaman içinde hiç çıkmayacak izler bırakır. Öyle olsun istedim, bu anlar fotoğraflanmalıydı. Ölmez ağacın insanlarının ardında fotoğraf makinasıyla geçen zamanımın başlangıcı da  bitişi de aslında bu noktadır.

Ertaç'la sabah Zeytin'in  yollarında, onun insanlarının fotoğraflarını çektik ,en soğuk sabahlar en güzel fotoğrafları verdi.

ZEYFOD bünyesindeki arkadaşlarımızın da katkılarıyla bu fotoğraflardan bir gösteri oluşturduk.


Eleni Karaindrou'nun müziği mükemmel uyum sağladı fotoğraf kareleriyle. The Weeping Meadow ve Adagio onlar için bestelenmişti sanki. Duyguların hiçbir zaman değişmediğini , tüm insanların duygusal anlamda, zaman - mekandan bağımsız aynı duyguları paylaştığını ve aynı dili konuştuğunu karşı kıyıdaki bu sesi içimize katarken bir kere daha anladım.


İKİNCİ PERDE ; TUNCEL KURTİZ...

Tuncel Kurtiz'le tanışıklığımız birlikte çalıştığımız meslekdaşım,ağabeyim Diş Hekimi Özkan Arıkantürk sayesinde oldu.Yıllardır süregelen dostluklarına beni de kattı.Aynı masada sohbetlerini dinleme fırsatım oldu, tedavilerini yapmakda.

Ölmez ağacın insanları fotoğraf gösterisi ortaya çıkınca Özkan beyle aramızda konuştuk Tuncel beyin sesi bu gösteriye dahil olabilir miydi ,katkı yaparmıydı sesiyle?Kendisine durumu anlattı,hep bir mütevaziliği vardı kendisinin, getirin bir göreyim demiş. Çamlıbel köyündeki Zeytinbağı oteli onundur. Fotoğrafları ve müzikleri sırtlandık gittik yanına. Başlangıçta biraz çekimser davrandı kendisi ancak gösteriyi izlettiğimizde çok etkilendi.

Fotoğraflardaki haykırışı gördü, hiç unutamıyorum fotoğrafları gördükten sonraki o duyarlı tavrını. Bana bir hafta verin bir metin hazırlayacağım bunun için dedi.Yanına bir dahaki gidişimizde eşi Menend hanımla birlikte hazırladıkları metini okudu bizlere, video çekimlerini yaptık.

Çok sıcak bir gündü, çekimleri yaparken alnından akan terle Tuncel abi nasıl ciddiyetle okudu o metnini görmeğe değerdi. Yaşadığı, çocukluğunun geçtiği topraklara bir vefa borcuydu,insanlıktı,aydın sorumluluğuydu.Alın teri, zeytin emekçileri ve Tuncel abi bir araya gelip harman oldu o gün, onun eşsiz sesinin eşliğinde.

Gösterinin son halini gönderin bana demişti,çevremdeki insanlara göstermek istiyorum insanlarımı. Ne yazık ki çok kısa bir süre sonra bu çalışmanın son halini göremeden hayata gözlerini yumdu...

Ölmez Ağacın İnsanları zeytinden çok onun emekçilerini anlatır.

Şimdi ne kaldı derseniz bunca emeğin ardından,

Traktör sırtında
Madenlerde
Tersanelerde
Sokak köşelerinde
Gözlerdir, içinize bakan
Bir çift göz
İnsan...

Sadece odur kalan.