25 Ekim 2007 Perşembe

Bir Tutam Baharat (Politiki Kouzina)




Bir Tutam Baharat (Politiki Kouzina) yönetmenliği ve senaryosu Tassos Boulmetis e ait bir film.

Müzikleri Evanthia Reboutsika tarafından hazırlanmış ve kesinlikle kaçırılmamalı, kitaplığımızda bulunması gereken parçalardan oluşuyor.

Görüntü yönetmeni Takis Zervoulakos.Başarılı yönetmen'in birçok sahnesi insanın zihninde kartpostal gibi yer ediyor izlerken.

Filmde konuşulacak çok yön olmasına rağmen, bir yere ait olamama,kabul görmeme teması beni oldukça etkiledi diyebilirim.

İstanbulda yaşayıp Rum oldukları için sınır dışı edilen bir ailenin ,Yunanistanda Türk oldugu gerekçesiyle gördüğü ayrıcalıkların trajikomik bir dille anlatımı çok hoş.
Filmin içerisindeki gastronomi-astronomi benzeştirmesi ,bahatarlardan tarçın ile venüsün birlikte anılamsı,kadının acı-tatlı’nın bir arada bulunduğu tarçınla özdeşliği güzel vurgular.

Miniciklerin anıları ve aşkları öyle ısıtıyor ki içinizi, geriye kendi çocukluğunuza dönmek istiyorsunuz, o günleri özlüyorsunuz…

Tüm bu sıcaklığın görüntü yönetmeninin başarılı çalışmasıyla tozlu, sihirli bir baharat masalının içerisinde sunumu ,bol tüylü bir battaniyenin altında yağmurlu bir kış gününe götürüyor sizi.
Filmde beni en çok etkileyen yolcular üzerine yapılan tanımlama oldu diyebilirim;

"Hayatta iki tür yolcu vardır: Gidenler ve geri dönenler; birincisi haritaya bakar, ikincisi ise aynaya…"

İnsanoğlu için en kolay ve en güvenli yol kendisine sunulan harita ,resmi kabul gören tarih,genel ahlak kuralları,toplumsal ilkeler çerçevesinde yaşamaktır.Dünyayı bu kalıplar içinde tanımladığınız zaman saygı görür, sorun yaşamazsınız.

Televizyonlarınız,filmleriniz,kitaplarınız,müzikleriniz hep bu harita içinde kalacak ve siz güvenle yolunuza devam edeceksinizdir.

Ancak, haritaya değil aynaya bakmayı denerseniz eleştirmeyi temel alan,sıkıntılı bir süreç içerisinde bulursunuz kendinizi.

Tarihini eleştirebilmek dinini ,milletini,ilkelerini sorgulayabilmek.Bastığın toprağa bakabilmek.Babana tapmak yerine hatalarını görerek,gerektiğinde yüzüne söyleyerek bu hatları ama onu gene de severek eleştirebilmek,belki daha çok severek…

İkinci yolculardan olmayı tercih ediyorum ben.

Tassos Boulmetis bu filmde aynaya bakmayı başarmış gerçekten.

Milliyetçi bir bakışla izlerseniz bu filmden zevk alamazsınız,bahaneler bulursunuz huzursuzluğunuzu haklı çıkartacak.


Bu film ikinci tip yolcular için yapılmış.

Film müziklerini aman kaçırmayı derim.Bulun dinleyin bir yerden.

Ekte azınlıklara yönelik baskıların,dini ,milli kamplaşmaların temelinde gördüğüm BİZ ve ONLAR karşıtlığı için hazırladığım bir yazıyı sunuyorum.

CHE




BİZ VE ONLAR,


Kolomb Amerika’ya ayak basıp ; o toprağın gerçek sahibi olan yerlilerle karşılaştığında kendisini ''özne'' (otorite) ,Amerika yerlilerini ise ''başkası'' olarak görmüştür.Buradaki özne değişime açık değildir, mutlak doğruda ifadesini bulur.Başkası olarak algılanan ise yanlışlarla doludur.
Bu nedenle Kolomb karşılaşma süreci içinde değişime açık olamaz,tersine farklılıkları yok edip nesnesi olan yerliyi öznesine,otoriteye dolayısıyla kendi kültürüne benzetecektir.
O kendinden ve kültüründen hiçbir zaman şüphe duymaz.''Başkaları'' için büyük acılarla dolu olan sömürgecilik dönemi de bu şekilde işlemeye başlar.
Avrupalı karşıtını ilk olarak Amerika’nın keşfi ile bulmadı.Müslümanlık ve Osmanlı çok daha önceleri gerek askeri,gerek kültürel yönden ‘’başkası’’dır Avrupalı için.
Haçlı seferleri bir ‘’normalleştirme’’,’’islah’’ gayretidir, ‘’onlar’’a karşı yürütülen.
Daha eski dönemlerde Antik Yunanda anadan,babadan Atinalı olmayanların seçme ve seçilme hakları yoktu.Yine Atina kanunlarına göre en büyük cezalardan biri polisten yani yaşam alanından kovulmak ,’’yabancı olmaktı.
Söze batıdan örneklemelerle başlasak ta bahsi geçen biz ve onlar karşıtlığı ;gündelik yaşam içerisinde bireyler arası ilişkilerden uluslar arası ilişkilere kadar uzanan birçok alanda sorunların odağında olma özelliğini koruyor.
Onlar’a karşı olma yönündeki tepkisellik bizi ister istemez ‘’tek’’liğe,’’bir’ olmaya teşvik ediyor.Tek dil,tek kıyafet,tek amaç,tek kültür,tek düşünce,tek millet,tek din vs.Heterojen bir toplumda bunun bunun gerçekleşmesinin yolu ‘’diğerlerinin’’ aynılaştırılması ,eğer buna direnç gösterirse sindirilmesi ve toplumsal hayattan dışlanmasından geçiyor.
Bu dışlama öyle bir mekanizma ki kendi prototipini ‘’dışlananda’’da oluşturuyor.’’Dışlanan’’ güçler dengesinin kendi lehine döndüğünü hissettiği anda karşıtına aynı muameleyi yapmayı kendisi için bir hak olarak görüyor.Örneğin ülkemizde etnik-milli temele dayalı kutuplaşmada olduğu gibi , laik ve antilaik kamplaşma içerisinde bu tür yaklaşımları görmek mümkün.

Dışlama ve Güvensizlik
Yaşadığımız toplumsal atmosfer ‘’külhanbeyleri’’ ile dolu gibi görünse de ciddi anlamda ‘’özgüven duygusu’’ yoksunluğu yaşadığımızı düşünüyorum.

Özgüven çok güçlü polis ,asker gücü ile sağlanan ve kendine dönük siddetin baskın olduğu ‘’baba’’nın himayesinde ve ona itaat etmekle sağlanamıyor ne yazık ki.Her taraftan kuşatılmış,içi de dışı da hainlerle dolu insanlardan ,toplumsal aktörlerden bir araya gelmiş bir atmosfer içerisinde bunun sağlanması mümkün de değil.
Özgüven, geçmişi ile hesaplaşmış,başarılarının yanıda hatalarını da görebilen,farklı olana yaklaşımında ‘’bakalım bunun altından ne çıkacak’’ tarzı bir duruş yerine,’’anlatmak istediği ne?’’ türü pozitifliği taşıyan bir duruş ile mümkün olabilir ancak.Pek yabancısı olmadığımız tersi durumlarda ;tartışmasız ön kabullere dayalı,dünya görüşlerini dinleştiren,bilinçli bir sevginin yerini toplumsal tapınmanın aldığı,histerik tepkiselliklerle kendisini dışa vuran insanlar topluluğu ile karşı karşıya kalmak kaçınılmaz oluyor.
Bugünün popüler tanımlamalarından fundamentalizm ; ‘’köktencilik’’ ,’’mutlakçılık’’ anlamına geliyor.Her ne kadar köktendinci akımlar için kullanılsa da birçok toplumsal aktör bu tanımlamayı hak etmekte.
Bu yaklaşıma sahip görüşlerin bir takım olumsuzlukları muhtevalarında bulunduruyorlar zorunlu olarak.Sahip olduklarına inandıkları değerleri kutsallaştırmak,zihinlere mutlak, değişmez doğruların kendi tekellerinde bulunduğunu kazımaya çalışmak,sahip olduğu argümanların dışındakilere şüphe ile bakma ve alt edilmesi gereken rakipler olarak görme eğilimi bunların en başta gelenleri.
Hal böyle olunca ‘’gerçeklerin’’ toplumda kabul edilebilmesi için eğitim,dil,din ve bilim araçsallaştırılıyor.Eleştirelliğe dayanmayan ,ezberci,bırakın yaşamı sorgulamayı varlığını bir yerlere adamayı ‘’öğreten’’ bir eğitim anlayışı çocuklarımıza tek doğruyu oğretiyor,tartışılmazı aynı zamanda basiti,derinlikten uzak ve kestirme olanı.
Bu açıdan bakınca fundamentalizmin bu zaafı, toplumda birbirinin karşıtıymış ,dünyaları çok farklıymış gibi görünen çevreleri bir araya getiriveren ortak payda oluveriyor.

Toplumları farklı kültür ve düşüncelerin varlığı ,katkısı zenginleştirir.Farklı düşüncelerdir,kültürlerdir yeni olanı ortaya çıkartan.Yaşamı renklendiren,eleştirerek,tartışarak yolunu bulan bir toplum olmanın şartı işte bu çok sesliliktir.

Homojen olmayı amaçlaştıran,’’yabancı’’ olanın,’’farklı’’nın yok edilmesini temel alan düşünceler sürekli olarak ‘’düşman’’ üretirler.Bu kaçınılmaz bir sonuçtur.
Türkiye’de yakın tarihte sol görüşlü kesimlerin ,alevilerin,kürtlerin vs. üzerinde bu ‘’av’’ faaliyetinin nasıl yürütüldüğü malum.
Şimdilerde de yaklaşım etnik-milli-dini temellere dayandırılarak toplum içerisinde gerilimler yaratılmakta.
Kendisini ''laik cephe''olarak tanımlayan kesimler ile ''islami hareket'' yaklaşım açısından tam anlamıyla ''biz ve onlar'' birbiri için.

Kürt ve Türk kimlikleri açısından da benzer bir “biz ve onlar” bakış açısını görebiliyoruz.

Birde Ermeni,Süryani,Rumlar var.Taze örneğini Trabzonda papaz cinayeti,Hrantın katli ve Malatya terörü ile yaşadığımız.
İlkokul çağındaki çocuklara and içiriyoruz
Bebeklikten çıkmamış çocukların başını örtüyor,kuran kurslarına gönderiyoruz.
Çocuklarımızın eline pankartları tutuşturup Ermeni Tasarısını protesto için yürüyüş yaptırıyoruz.
Onları Diyarbakır’da ön saflara sürmekte hiçbir sorun görmüyoruz.Güvenlik güçlerine kalkan olarak kullanabiliyoruz.
Ve yine onların ön saflara sürmesini, minicik bedenlerin karınlarına nişan almak için yeter koşul olarak görülebiliyor ve vicdanımız rahat ortada dolaşabiliyoruz.
Doğrularımız o kadar kesin ki çocuklarımızın nefer olarak yetişmesi bizim için onur adeta.
Çocuklarımızı gündelik yaşam içerisinde araçsallaştırmamız, bahsettiğimiz fundamentalizmin hiç de uzağında olmadığımızı göstermesi açısından önemli bir örnek.

Ne güzel pankartlarımız var altına sığındığımız,bayraklarımız var.

Cephemizde güvendeyiz.

Deniz Gezmiş idam sehpasında "Yaşasın tam bağımsız Türkiye! Yaşasın Marksizm-Leninizm! Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği!! Yaşasın işçiler, köylüler! Kahrolsun Emperyalizm!" diye haykırdı ölüme giderken.

Che Guera Arjantin doğumluydu ve son nefesini Bolivya dağlarında verdi.

Bu insanlar dünyaya, dilden ,dinden,milliyetten bağımsız birliktelikler açısından baktılar.

Ya bizler neredeyiz bugün…

Bizler ne yazık ki, tekliğin,homojenliğin,aynı olmanın bilincine varan bir toplum olmanın faziletini yaşıyoruz.Bu değerlere daha sıkı sarılarak yolumuzu çizmeye çalışıyoruz.

Yaşasın ‘’BİZ’’lerin kardeşliği.
Yaşasın ‘’TEK’’lerin birlikteliği......
CHE